Bir kaç hafta önce, sosyal medya üzerinden körüklenen ve “birbirine yakın insanları birbirine düşman eden” kavgacı üsluba değinmiştik. Bu hafta da kendi insanımızı birbirine düşüren planlı kavganın nedenlerini irdeleyelim;

Türkiye, ne zaman Avrupa ve Dünyadaki büyük pastadan hakkı olan dilimi istese, ya da kendisi pasta yapmaya kalksa,  hemen ortalık karışıveriyor. Bu amacın önünü kesmek için, Osmanlı’nın saf dışı bırakılmasından beri devam eden bu kısır döngü, ülke içinde de yerel bazda ve aynı tarzda işliyor maalesef. Ne zaman ki kelli felli olmayanlar, yani “düz vatandaş” pastadan hakkı olan payı ister, ya da birileri bu hakkı teslim etmeye kalkar, hemen kavga başlar. Ne zaman haklılar güçlülerin önüne çıksa, sular bulanıp ortalık toz duman olur. Çünkü istenen pay, pay eden ülkelerin ve Türkiye’deki kelli fellilerin gasp ettiklerinden kesilecektir. Çünkü haklı olan, güçlü olanı bir defa alt ederse, bunun arkası gelecektir. Üstat Necip Fazıl’ın tabiriyle; “dokuz kişiye bir pul, bir kişiye dokuz pul” şeklinde işleyen adaletli! paylaşıma alışanlar için, bu hiç kolay değildir elbette. 

Aslında, Dünya kuruldu kurulalı böyle işler, güçlünün haklıyı ezdiği bu sistem. Ne zaman ki bir kişi, bir önder veya bir ülke “bir kişiye dokuz pay olmaz” dediyse, bu sistemin keskin dişlilerinin arasına atılmak istenmiştir. Hz. Muhammet (S.A.V) Abdullah’ın oğlu Muhammed iken, hiçbir problem yoktu. Herkes onu seviyor, ona güveniyor, hayran kalıyordu. Ne zaman ki kendisine gelen vahiylerle insanları İslama davet etmeye başladı, pastasını kaptırma telaşına düşenler, ona düşman oldular. Osmanlı, bu dişililerin arasında kayboldu. Devamında petrolümüz, doğal kaynaklarımız ve ulusal sanayimiz gibi lokomotif sektörlerimiz, bu  çarkın kurbanı oldular. Ülkemizin yelkenlerini rüzgarla doldurma çabası tespit edilen başta Atatürk, hemen ardından Menderes, Özal, Muhsin Yazıcıoğlu ve daha bir çok değer, bu dişlilerin arasında bilinçli olarak ve planlı bir şekilde parçalandı. Benzer örnekleri sıralarsak, buna sayfalar yetmez. İşte şu anda kıya sıya sürmekte olan kavga da, bu sürecin devamıdır  aslında. 

Son yıllarda, kelli felli devletlerin pastasından pay isteyen Türkiye, uluslar arası bir kıskaca alınmak isteniyor. Bunun işbirlikçileri de, ne acı ki ülke kaynaklarını parsellemiş olan “yerli kelli felliler”dir malesef. Son dönemlerdeki kavga ve karışıklıkların perde gerisindeki asıl nedeni budur. Diyelim ki mevcut hükümet değişti. Hangi parti iktidara gelirse gelsin, eğer bu kalkınma ve tam bağımsızlık hamlelerini devam ettirirse, yine değişen bir şey olmayacaktır. Mesele ise ancak şöyle çözülür; Türkiye, Dünyayı şaşırtan “kendi uçak ve otomobilini yapma fikrinden” vazgeçsin.

Almanya’yı çıldırtan ve Türkiye’yi “havalı” bir transfer merkezi yapacak olan Dünyanın en büyük havaalanını askıya alsın. Bütün Avrupa’yı by-pas edecek “Kanal İstanbul ve yeni boğaz köprüsü” projesini iptal etsin. Dünya coğrafyasında söz sahibi olma iddiasını köreltsin, inanın hiçbir problem kalmaz. Bir anda her yer süt liman olur. Ne gezi benzeri olaylar olur ne 17 aralık benzeri süreçler  yaşanır. Sokaklar temiz ve sessiz, bürokrasi bal şeker olur. Çünkü, ancak el birliği ile felce uğratarak rahata erebildikleri, Dünyaya adalet dağıtan o güçlü Osmanlı ruhunun geri gelme ihtimali, uykularını kaçırdı. Medya yoluyla yapılan provokasyonlar ve gezi benzeri eylemler, güçlüler eliyle değil de haklılar tarafından yapılsa, emin olun hepsi müebbetle yargılanıp bütün sülalesinin hayatları karartılırdı. Geçmiş, bunun örnekleriyle doludur. 

Ancak bu yoldan artık geriye dönülemez. Türkiye artık kendi yağıyla kavrulmayı öğrenmeli,  başkalarının güdümünden hızla  çıkmalıdır. Üstlenmiş olduğu “abi” rolünün hakkını vererek, bölgesinde söz hakkı olan bir ülke olmalıdır. Bu amaca ulaşmak isteyen Türkiye, Kuzey Irak petrolleri ile ilgili inisiyatifi ele alınca ABD lobileri ve derin güçler çılgına döndü. İkna çabaları sonuç vermeyince önce gezi ile salladılar, sonra da 17 aralıkla yıkmayı planladılar. Başaramadıkları için de karalar bağladılar. Son koz olarak da IŞİD’i sahaya sürdüler. Çünkü, daha yeni Kuzey Irak  petrollerinin Türkiye üzerinden taşınması için 50 yıllık anlaşma yapıldı. Daha bir yılda yaklaşık 10 milyar dolarlık satış gerçekleşti. Borulardan akan, onlar için petrol ama Türkiye için paradır. Para kalkınmadır. Kalkınma ekonomik bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık ise her alandaki bağımsızlığın tetiğidir. Üçüncü havaalanını engellemek isteyenler havalarını aldı. Kanal İstanbul, üçüncü köprü ve daha nice dev projeler, bütün hızıyla devam ediyor. İki yüz yıldır her istediklerini yaptıranlar, ilk defa itirazla karşılaştılar. Sonuç olarak ulusal ve global “istemezükçüler” için deniz bitti. İlkler hep sancılı olur. Osmanlı ruhu ile kurulmak istenen yeni imparatorluğun adının “Türkiye” olma ihtimali bazılarını çıldırtıyor. Türkiye’nin güdümünden çıkmasını istemeyenlerle “kendi gibi düşünmeyeni yok sayma sendromu”nu pompalayanlar, delirecek noktaya geldiler. Meselenin özü budur. Yoksa mesele; ne iktidarın devrilmesi, ne Başbakanın Cumhurbaşkanı olmasıdır. Siz hâlâ anlamadınız mı? Mesele ne ağaçların kesilmesi, ne  basın özgürlüğüdür. Siz hala farkında değil misiniz? Mesele ne hukukun üstünlüğü, ne hakların teslimidir. Siz hâlâ görmüyor musunuz? Mesele “güçlenen ve artık kendi ayakları üzerinde duran bir Türkiye gerçeği”dir. Mesele budur. Siz hâlâ anlamadınız mı?...

Bir Atasözü...
Tekerlek Kırıldıktan Sonra Yol Gösteren Çok Olur...
Bir Şiir...
Türkiyem
Baş koymuşum Türkiye'min yoluna 
Düzlüğüne, yokuşuna ölürüm 
Asırlardır kır atımı suladım
Irmağının akışına ölürüm
Deli sular, salkım-saçak söğütler 
Kışlada kumandan, asker öğütler 
Yaylalarda ata biner yiğitler
Bozkurt gibi bakışına ölürüm 
Sevdalıyım, yangın yeri bu sinem 
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem 
Pınarlardan su doldurur Eminem 
Mavi boncuk takışına ölürüm
Düğünüm, derneğim, halayım, barım
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım 
Kilimlerde çizgi çizgi efkârım 
Heybelerin nakışına ölürüm...
                            Dilaver Cebeci

Özlenen-Beklenen...
Ekonomik, kültürel ve siyasal kalkınmasını tamamlayıp, Dünya liginde ilk on içinde yer almış bir Türkiye... 
Bir Fıkra...
Kayseri’de, çırak olarak işe alacağı çocuklarla mülaakat yapan mağaza sahibi, her çocuğa aynı soruyu soruyormuş:
“2 kere 2 kaaç eder?”
Dört cevabı veren bütün çocuklar elenmiş. Nihayet mülaakatı kazanıp işe giren çocuğa, öteki çocuklar sormuşlar:
“Ne sordu sana?”
“2 kere 2 kaç eder? diye sordu.”
“Eee, sen ne cevap verdin peki?”
“Dedim ki; alırken mi, satarken mi?”
“Peki sonra?”
“İkisini de söyle deyince, ben de ‘alırken 3 eder satarken 5 eder’ dedim ve hemen işe başladım.”
Askerlik Anıları...
Küçük bir ilçede askerlik görevini yapan Erdem, komutanının yanına gelerek şöyle dedi:
“Komutanım, ben bu gece sizi rüyamda gördüm.”
Komutanı, biraz şaşırmıştı. Ancak yine de sevinerek cevap verdi:
“Yapma yaa. Hayırdır inşallah. Nasıl gördün? Hemen anlat bakalım.”
Erdem, merak uyandıran bu rüyasını şöyle anlattı:
“Komutanım. Bana on gün izin veriyorsunuz. Dört gün de yol. Bir de cebime yüz lira harçlık koyuyorsunuz…”
                                             K.Oğuz Asker Gülmez Güldürür Sayfa:19
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.