Havzalı olup ta hamal İsmail’i anmamak olmaz. İsmail sebze pazarının vazgeçilmez hamallarının hasıydı. Bir Salı sabahıydı, “ apla, apla” sesini duyduğum da onun geldiğini anlamıştım. Ekseri iki elinde ve sırtında sepetle gelirdi pazardan, o ağır yükün altında çok ezilmiş ve zavallı durmazdı. Sanki işini seven, çok kazanan bir esnaf edası olurdu duruşunda. Ben yine de ona kıyamaz ahşap merdivenlere arkasını çevirip, hemen sırtındaki sebze küfesini indirirdim.
O gün, Hamal İsmail’in elinden, ilk çiçeğimi aldım, bu mor bir leylak demetiydi. O hiç konuşmadan uzattı bende aldım ve kokladım. Bu ne kim gönderdi diyecek oldum, eliyle sus işareti yaptı ve çekti gitti. Ne sevdiğim biri vardı, ne de sevildiğimi hissettirecek biri. İleri ki yıllarda O çiçeğin üstüne, anlamı eşdeğer çiçekler alsam da, asla o mor leylağın verdiği hazzı alamadım. Hani insanın ilk ve bir daha yaşamadığı ve gizemiyle, ömür boyu hatırlayıp, gülümsediği anılar vardır ya, işte bende; o mor leylağı ve gönderen aşığı, her bahar düşünür, sanki bir yaşanmışlığım olmuş gibi gülümserim.
Gönül her güzelliğin devam etmesini ister. Ama yaşın ilerlemesiyle birlikte, zevkler de değişir. 2012 baharın da, bir arkadaşımla Emirgan Korusun da laleler içinde de çok mutlu olmuştum.
Mutluluk; yağmur, kar, leylak, lale ya da gizemli sevgili de değil. Mutluluk benim hayal dünyamın zenginliğinde gizli. Hayal ettiğimiz ve beklentilerimiz devam ettiği sürece mutlu oluruz, sanırım.